Hayvanlardaki Mucizevi Güzellikler 1/4
Doğduklarında kedi
yavruları kör ve son derece savunmasızlardır. Yaklaşık 100 gr ağırlığındaki bu
minik yavrulara bakabilmek için anne kedi çok az uyur. Sürekli, yavrularının
sıcak kalmaları ve acıktıklarında her an süt emebilmeleri için karnına yakın
bölgelerde durmalarını sağlamaya çalışır. İlk hafta gözleri kapalı olmasına rağmen
yavrular süt içecekleri yeri bulmakta hiç zorluk çekmezler. Dokuz gün sonra
yavruların gözleri açılır. Annenin sütü yavruların büyümesi için tam gereken
özelliklerdedir. Her türlü besin açısından zengindir, ayrıca yavruyu
hastalıklardan koruyan özel bazı kimyasallar da bu sütte bulunur.
Yavru kediler yaklaşık
sekiz hafta sonra kendilerine bakacak duruma gelirler. Ancak bu süre geçene
kadar anneleri büyük bir ihtimamla yavrularıyla ilgilenir. Onları daha güvenli
gördüğü yerlere özenle taşır.
Aklı ve bilinci olmayan
bu canlıların yavrularına olan düşkünlükleri akıl ve vicdan sahibi her insanı
düşünmeye yöneltecektir. Bu davranışlar ancak tüm canlıların hakimi olan
Allah'ın ilham etmesi ile oluşabilir:
Yeryüzünde
hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini
de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta
(yazılı)dır. (Hud Suresi, 6)
Doğadaki Fedakarlık Örnekleri Darwinizm’i Yalanlar
Evrim teorisi
"doğanın kıyasıya bir rekabet sahnesi olduğu" iddiasında bulunur ve
bunu insanlara telkin etmeye çalışır. Aslında doğanın sadece bir mücadele
sahnesi olduğu yanılgısı, evrim teorisinin ilk ortaya atıldığı döneme ait bir
yanılgıdır. Teorinin kurucusu Darwin'in öne sürdüğü doğal seleksiyon
mekanizması, bulundukları coğrafi konumun doğal şartlarına uygun yapıda ve
güçlü olan canlıların hayatlarını ve nesillerini sürdürebildiklerini, uygun
yapıda olmayan ve daha güçsüz olanların ise yok olduklarını öngörür.
Darwinizm'in benimsediği doğal seleksiyon mekanizmasına göre doğa, canlıların
birbirleriyle "yaşam" için kıyasıya mücadele ettikleri, zayıfların
güçlüler tarafından yok edildiği bir yerdir.
Dolayısıyla bu iddiaya
göre her canlı yaşamını sürdürebilmek için güçlü olmak, diğerlerine her konuda
üstün gelmek ve kıyasıya savaşmak zorundadır. Böyle bir ortamda ise fedakarlık,
özveri, işbirliği gibi kavramlara yer yoktur; zira bunların her biri canlının
aleyhine dönebilir. Bu yüzden her canlı olabildiğince bencil olmalı ve sadece
kendi yiyeceğini, kendi yuvasını, kendi korunmasını, kendi güvenliğini
düşünmelidir.
Peki gerçekten de doğa
her canlının sadece birbiriyle kıyasıya mücadele ettiği, herkesin birbirini yok
etmek, saf dışı bırakmak için çaba harcadığı, son derece bencil ve vahşi
bireylerden oluşan bir ortam mıdır?
Hayır. Bu konuda
şimdiye kadar yapılan gözlemler, evrimcileri yalanlamıştır. Doğa, evrimcilerin
iddia ettiği gibi sadece savaşın hakim olduğu bir yer değildir. Aksine doğa,
çoğu kez ölümü göze alan fedakarlıkların, kendi zararına olduğu halde sürü için
gösterilen özverilerin, bunun karşılığında hiçbir kazanç sağlamayan canlıların
ve akılcı işbirliklerinin sayısız örnekleri ile doludur. Kendisi de bir evrimci
olmasına rağmen Prof. Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık isimli
kitabında, Darwin ve onun dönemindeki diğer evrimcilerin neden doğanın sadece
bir savaş yeri olduğunu zannettiklerini şöyle açıklamıştır:
19. yüzyılda
bilim adamları çoğunluk çalışma odalarında ya da laboratuvarda kapalı
kaldıkları, doğayı doğrudan tanıma yoluna gitmedikleri için canlıların salt
savaşım içinde olduğu tezine kolayca kapılmıştır. Huxley çapında seçkin bir
bilim adamı bile kendini bu yanılgıdan kurtaramamıştı. (Cemal
Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık, s. 49)
Evrimci Peter Kropotkin
ise hayvanların aralarındaki dayanışmayı konu edindiği Mutual Aid: A Factor
in Evolution isimli kitabında Darwin ve taraftarlarının içine düştükleri
yanılgıyı şöyle dile getirmektedir:
Darwin ve onu izleyenler, doğayı canlıların sürekli
olarak birbirleriyle savaştıkları bir yer olarak tanımladılar. Huxley'e göre
hayvanlar alemi gladyatörlerin şovuna benziyordu. Hayvanlar birbirleriyle
savaşmakta, en hızlı ve en kurnaz olanı ertesi gün savaşabilmek için hayatta
kalmaktaydı. Ancak ilk bakışta, Huxley'in doğaya bakış açısının bilimsel
olmadığı anlaşılmaktadır… (Peter
Kropotkin, Mutual Aid: A Factor of Evolution, 1902, I. Bölüm,
(http://www.etext.org/Politics/Spunk/library/writers/kropotki/sp001503/index.html)
Doğada gerçekten de bir
mücadele, çatışma vardır. Ama bunun yanında "özveri" de vardır. Ve bu
özveri, Darwinist teorinin temeli olan "doğal seleksiyon" kavramının
asılsız olduğunu göstermektedir. Doğal seleksiyon canlılara yeni hiçbir özellik
ekleyemez, var olan özellikleri değiştirip yeni bir tür oluşturamaz. Bu
gerçekler evrimcileri çaresiz hale getirmektedir. Nitekim bu konuda
evrimcilerin acizlikleri Bilim Teknik dergisinde şöyle ifade edilmiştir:
Sorun,
canlıların niye birbirlerine yardım ettikleridir. Darwin'in teorisine göre;
her canlı kendi varlığını sürdürmek ve üreyebilmek için bir savaş vermektedir. Başkalarına
yardım etmek, o canlının sağ kalma olasılığını azaltacağına göre, uzun vadede
evrimde bu davranışın elenmesi gerekirdi. Oysa canlıların özverili
olabilecekleri gözlenmiştir. (Bilim ve Teknik Dergisi, sayı 190, s.4)
Doğadaki bu gerçekler
karşısında, evrimcilerin "doğa bir savaşım alanıdır, bencil olan, kendi
çıkarlarını koruyan üstün gelir" iddiası tamamen geçersiz kalmaktadır.
Ünlü bir evrimci olan John Maynard Smith canlıların bu özellikleri üzerine
evrimcilere şöyle bir soru yöneltmektedir:
Eğer doğal seleksiyon, bireyin yaşama şansını ve
çoğalmasını garanti eden özelliklerinin seçilimi ise, kendini feda eden
davranışları nasıl açıklayacağız? (John Maynard Smith, The Evolution of Behavior, Scientific American,
Aralık 1978, cilt 239, no.3, s. 176)
Elbette kendisi de
evrimci bir bilim adamı olan John Maynard Smith'in bu sorusuna evrim teorisi
adına verilecek bir cevap yoktur. (Canlılardaki olağanüstü fedakarlık, özveri
ve yardımlaşmanın doğadaki örnekleri hakkında bilgi edinmek isteyenler için
bkz. Harun Yahya, Canlılardaki Fedakarlık ve Akılcı Davranışlar, Vural
Yayıncılık)
İÇGÜDÜLER
EVRİMLE AÇIKLANAMAZ
Evrimcilerin başvurmak
istedikleri bir başka aldatmaca da, insan davranışları ve hayvan davranışları
arasında bir benzerlik kurularak, insan ve hayvanın ortak bir atadan geldiği ve
bu davranışların da ortak bir atadan kuşaktan kuşağa aktarıldığı için bir
benzerlik taşıdığı iddiasıdır. Kimi evrimciler saldırganlığı da ortak kökenli
bir dürtü yani içgüdü olarak tanımlarlar ancak insanların bunu gündelik yaşamda
dışa vurma fırsatı bulamadıklarını öne sürerler.
Oysa bu iddia,
evrimcilerin hayal güçlerine dayanan ve hiçbir temele dayanmadan kitle telkini
yapmak için başvurdukları bir aldatmacadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki
insanlarda ve hayvanlarda var olduğu iddia edilen "dürtü" ya da
"içgüdü" konusu evrim teorisi açısından başlı başına bir çıkmaz
oluşturmakta ve teorinin geçersizliğini tek başına ortaya koymaktadır.
"İçgüdü"
kelimesi, evrimci bilim adamları tarafından, hayvanların doğuştan sahip
oldukları bazı davranışları tanımlamak için kullanılır. Ancak hayvanların bu
içgüdüleri nasıl edindikleri, içgüdü ile yapılan bir davranışın ilk olarak
nasıl ortaya çıktığı ve bu davranışların nesilden nesile nasıl aktarıldığı
sorusu her zaman cevapsızdır.
Evrimci genetikçi
Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery isimli kitabında
içgüdülerle ilgili bu çıkmazı şöyle itiraf etmektedir:
İçgüdüsel bir
davranış ilk olarak nasıl ortaya çıkıyor ve bir türde kalıtımsal olarak nasıl
yerleşiyor diye sorsak, bu soruya hiçbir cevap alamayız. (Gordon R. Taylor, The Great Evolution
Mystery, Harper & Row Publishers 1983, s. 222)
Gordon Taylor gibi
itirafta bulunamayan bazı evrimciler ise bu soruları üstü kapalı, gerçekte bir
anlam ifade etmeyen cevaplarla geçiştirmeye çalışırlar. Aslında evrim
teorisinin sahibi Charles Darwin de hayvanların davranışlarının ve
içgüdülerinin, teorisi için büyük bir tehlike oluşturduğunu fark etmiş ve bunu Türlerin
Kökeni isimli kitabında açıkça, hatta birkaç kez itiraf etmişti. Bu
itiraflardan biri şöyledir:
İçgüdülerin birçoğu öylesine şaşırtıcıdır ki,
onların gelişimi okura belki teorimi tümüyle yıkmaya yeter güçte
görünecektir. (Charles Darwin,
Türlerin Kökeni, Onur Yayınları, Beşinci Baskı, Ankara 1996, s. 273)
Darwinistlerin düştüğü
bir başka yanılgı da var olduğunu iddia ettikleri "dürtü" yani
"içgüdülerin" kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze taşındığı
yanılgısıdır. Bu Lamarkist bir mantıktır ve bilimsel açıdan bir hurafe olduğu
bundan 1 asır önce ispatlanmıştır. Nitekim evrimci bilim adamlarının kendileri
dahi içgüdü ve dürtülerin kuşaktan kuşağa evrim yoluyla aktarılmasının imkansız
olduğunu itiraf etmektedirler. Evrimci Gordon R. Taylor, davranışların
kalıtımsal olarak sonraki nesillere aktarılabildiği iddiasını,
"acınacak" bir iddia olarak değerlendirmektedir:
Biyologlar
belirli bazı davranış şekillerinin kalıtımının mümkün olduğunu ve aslında bunun
gerçekten görüldüğünü kabul ederler. Dobzhansky şunu iddia etmektedir:
"Tüm beden yapıları ve fonksiyonlar, hiçbir istisna olmaksızın, çevresel
zincirler sırasında oluşan kalıtımın ürünleridir. Bu durum, hiçbir istisna
olmaksızın tüm davranış şekilleri için de geçerlidir". Bu doğru değildir
ve Dobzhansky gibi saygın birinin bunu dogmatik olarak savunması acınacak
bir durumdur. (Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s. 310)
Rabbin
bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda
kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana
kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde
şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir
topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)
Canlılardaki olağanüstü
davranışların sırrını Allah Kuran'da Nahl Suresi'nde bal arılarını örnek
vererek bildirmektedir. Bal arıları Allah'ın ilhamıyla hareket etmektedirler.
Bu, sadece bal arısı için değil, tüm canlılar için geçerlidir. Canlıların
fedakar davranışlarını onlara ilham eden, olağanüstü yetenekler veren Yüce
Allah'tır.
Aslan doğadaki en güçlü
canlılardan biridir. Düşmanlarına karşı son derece yırtıcı olabilen aslanlar
yavrularına gelince çok hassas davranmaktadırlar. Aslan yavruları doğduklarında
çok küçüktür. Üç aylıkken et yemeye başlamalarına rağmen anne ve gruptaki diğer
aslanlar altı aylık olana kadar yavruları emzirmeye devam ederler.
Aslan ve leoparlar gibi
kedigiller yavrularını boyunlarının arkasından ısırarak taşırlar ve yavrular da
taşınırlarken tamamen hareketsiz kalırlar. Yavruların hareketsizliği annelerinin
onları güvenli bir şekilde taşımalarına yardımcı olur.
Aslanların yavrularına
gösterdikleri şefkat ve ihtimam evrimcilerin iddialarını geçersiz kılan
delillerden yalnızca biridir. Evrimciler doğadaki canlılar arasında sadece
güçlülerin üstün geldiğini, zayıfların elenerek yok olduğunu iddia ederler.
Doğada bencilliğin ve kıyasıya bir yaşam mücadelesinin hakim olduğunu öne
sürerler. Elbette ki doğadaki canlılar beslenebilmek veya güvenliklerini
sağlamak için avlanırlar, kendilerini korumak için kimi zaman
saldırganlaşabilirler. Ancak bunların yanısıra doğadaki canlıların büyük bir
çoğunluğu yavruları veya aileleri için, hatta sürülerindeki diğer canlılar için
dikkat çekici fedakarlıklarda bulunurlar. Kendi canlarını tehlikeye atarlar.
Bu canlılara, yavrularına
karşı şefkatli ve merhametli olmayı, sürülerindeki diğer canlıları da koruyup
kollamayı, tümüne ihtimam göstermeyi öğreten, herşeyin yaratıcısı olan Yüce
Allah'tır.
Allah canlılarda
yarattığı bu gibi özelliklerle bize sonsuz gücünü ve tüm varlıklar üzerindeki
hakimiyetini tanıtır.
Anne hayvanlar
yavrularına karşı bir tehdit olduğunda her zamankinden farklı davranışlar
sergilerler. Örneğin geyikler genellikle ürkek ve heyecanlı canlılardır fakat
yavrularını tehdit eden tilki veya kurtlara karşı sivri, kesici tırnaklarını
kullanmakta tereddüt etmezler. Eğer yavrularına saldırmak üzere olan düşmanları
ile baş edemeyeceklerini anlarlarsa, kendilerini hiç çekinmeden düşmanlarının
önüne atarlar. Böylelikle düşmanı yavrularından uzaklaştırırlar. (Russell Freedman,
How Animals Defend Their Young, s.57)
Bu canlılar neden kendi
canlarını tehlikeye atarak yavrularını korumaktadırlar? Daha önceki sayfalarda
da vurgulandığı gibi evrim teorisi taraftarları doğanın bir savaş yeri olduğunu
söylerler. Onlara göre canlılar birbirleri ile sürekli bir mücadele halindedir,
bunun sonucunda güçlüler üstün gelir, zayıf olanlarsa yok olur. Bu iddia son
derece yanlıştır. Geyiklerde olduğu gibi tüm canlıların yavrularını ölümü dahi
göze alarak korumaları evrimcilerin iddialarının ne kadar mantıksız olduğunu
bize açıkça gösterir.
Geyikleri, antilopları,
filleri, kuşları kısacası bütün herşeyi yaratan, üstün güç sahibi olan
Allah'tır. Allah gökteki ve yerdeki herşeyin sahibidir.
Doğumdan sonraki birkaç
gün içerisinde anne zürafa, zamanını yavrusunu yalayarak ve koklayarak geçirir,
bu şekilde hem yavru temizlenmiş olur hem de annesinin kokusunu öğrenir. Bu
koku, anne ve yavrunun kalabalık bir sürünün içinde birbirlerini bulmaları
gerektiğinde işe yarayacaktır. Herhangi bir sıkıntılı durum içerisinde bulunan
yavru, annesinin dikkatini çekmek için çeşitli sesler çıkarır. Annesi de onu
sesinden hemen tanır ve yardımına koşar.
Zürafalar yavrularını
hiç yanlarından ayırmazlar. Saldırıya uğradıklarında yavrularını vücutlarının
altına iterler ve ön ayakları ile düşmanlarına sertçe vurarak saldırırlar.
Küçük gruplar halinde
yaşayan zürafalar bütün yavrulara birlikte bakarlar. Yetişkin zürafalar
dönüşümlü olarak yavruların başında nöbet tutarlar. Bu güvenlik sistemi
sayesinde diğer anneler rahatlıkla bebek zürafaları bırakıp kilometrelerce
uzağa yiyecek aramaya gidebilirler.
Doğadaki tüm
güzellikler ve canlılar, bize Allah'ın yüceliğini gösterir. Bizler de Allah'ın
varlığını her zaman hatırlamalı, verdiği tüm nimetler için O'na şükretmeliyiz.
Allah herşey için
Kendisi'ne şükretmemiz gerektiğini, kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim'de şöyle
bildirir:
Allah,
sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki
şükredersiniz diye işitme, görme ve gönüller verdi. (Nahl Suresi, 78)
Ördeklerin iyi
yüzmelerinin nedenlerinden biri ayak parmaklarının arasındaki ağlardır. Bir
ayaklarını geriye ittiklerinde bu ağlar onlara daha fazla itme kuvveti
verebilmek için genişler. Bu önemli özellik ördek yavrularında doğdukları ilk
andan itibaren vardır. Ördek yavrularını yaşamaları için gerekli olan bütün
özelliklerle birlikte yaratan herşeyi bilen Allah'tır.
Dişi ördeklerin
tüylerinin renkleri erkeklere oranla daha soluktur. Bu renk farkı yuvasında
kuluçkaya yatarak beklemesi gereken dişiler için önemli bir korumadır. Soluk
renkleri sayesinde dişiler yuvalarında daha güvenlikte olurlar. Ortama uygun
soluk renkleri bulundukları ortamda kamufle olmalarını sağlar ve düşmanları
onları kolayca fark edemez.
Öte yandan erkek
ördekler de yuva yapan dişilerini korumak için parlak renkli tüylerini
kullanarak düşmanların dikkatini üzerlerine çekerler.
Bir düşman yuvanın
yakınına geldiğinde erkek hemen havalanarak, çok fazla gürültü yapar ve düşmanı
yuvadan uzaklaştırabilmek için elinden gelen tüm çabayı sarf eder. Yavruları
için böylesine önemli, hatta kimi zaman sonu ölümle biten bir fedakarlık yapan
ördekler Allah'ın yaratma sanatının örneklerinden yalnızca biridir.
Fillerin en önemli
özelliklerinden biri, birbirlerine olan bağlılıklarıdır. Fedakarlık ve yardımlaşma
yalnızca aile bireyleri arasında değil, bütün sürü içinde görülür. Örneğin
avcılar sürüye ateş ettiklerinde filler kaçıp uzaklaşmak yerine tehlike
altındaki fillere doğru koşarlar. Birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olan bu
topluluğun temelini ise yavru fil grubu oluşturur. (Janine M. Benyus, The
Secret Language and Remarkable Behaviour Animals, s.136)
Sürüde yeni doğmuş bir
fil bütün diğer filler tarafından büyük bir sevgi ve şefkatle karşılanır. Eğer
yavrunun annesi ölürse, sütü olan bir başka dişi fil yavruyu emzirmeye devam
edecektir. (David Attenborought, Trials of Life, s.50)
Anne ilk 6 ay boyunca
her yerde yavrusunu takip eder. İkisi de sürekli olarak birbirleriyle
bağlantılı olduklarını ifade eden sesler çıkarırlar. Bir yavru fil az da olsa
sıkıntı ya da herhangi bir tehlikeli durum içerisinde olduğunu belirten bir ses
çıkarırsa, grubun bütün üyeleri durumu incelemek için biraraya gelirler. Bu,
düşmanlara karşı oldukça caydırıcı bir davranıştır. (Janine M. Benyus, The
Secret Language and Remarkable Behaviour Animals, s.155)
Fillerin ve diğer
canlıların doğum öncesinde aralarında nasıl anlaştıkları, bütün fillerin
yavrular için nasıl olup da birlikte hareket ettikleri, onların ihtiyaçlarını
nasıl tespit edebildikleri elbette ki sorulması gereken sorulardır.
Bu hayvanların
hiçbirinde bunları kendi akıl ve iradeleriyle başaracak bir yetenek yoktur.
Ayrıca dünyanın her yerindeki filler, bu şekilde birbirlerine yardımcı olurlar.
Bu, hepsini tek bir Yaratıcının yarattığının bir göstergesidir. Bu sonsuz güç
sahibi Yaratıcı Yüce Allah'tır. Canlılar arasındaki şaşırtıcı özveri örnekleri,
Allah'ın yaratmasındaki mucizelerden biridir. Allah bir Kuran ayetinde şöyle
buyurur:
Sizin
için hayvanlarda da elbette ibretler vardır… (Nahl Suresi, 66)
Anne
zebra yavrusunu korumak için ölümü bile göze alır. Bir saldırı olduğunda
kendisini yavrusu ile saldırganlar arasında siper eder. Yavrudan çok daha hızlı
koşabildiği halde, özellikle yavrusundan daha yavaş koşar. Böylece yırtıcı
hayvanların onlara yetişmesi halinde yavru kurtulacak ve kendisi ölecektir...
Bu çok tehlikeli olayın sonunda anne zebranın hayatını kaybettiği de olur.
Kendi hayatını ortaya koyarak yavrusunu koruyan zebraların bu davranışlarını
evrim teorisinin hayali iddialarıyla açıklamak mümkün değildir.
Doğadaki
bütün canlılar bir çaba içerisindedirler. Yaşamak için avlanırlar, kendilerini
korumaları gerektiğinde saldırganlaşabilirler. Evrimciler canlıların sadece bu
gibi özelliklerini alır, fedakarlık, yavruları koruma gibi davranışları ise göz
ardı ederler. Fedakarlığın yanı sıra işbirliği, dayanışma, birbirinin çıkarını
kollama gibi özellikler de canlılar aleminde sıkça karşılaşılan
davranışlardandır.
Doğanın yalnızca bir
savaş yeri olduğunu iddia eden evrim teorisi canlılar aleminde görülen
fedakarlık örneklerine hiçbir açıklama getiremez. Doğadaki yaşam evrim
teorisinin temel iddiasını açıkça ve kesinlikle geçersiz kılmaktadır. Evrim
teorisi, düşmanlarından kaçıp kurtulan bir zebranın, neden geri dönüp
düşmanları tarafından kuşatılmış olan diğer zebraları, üstelik de hayatını
tehlikeye atarak, kurtardığını kesinlikle açıklayamaz.
Canlılardaki fedakar ve
işbirlikçi davranışlar evrim teorisinin geçersizliğini bir kez daha ve tüm
açıklığıyla ortaya koyarken, önemli bir gerçeğin de delillerini oluşturmaktadır:
Tüm evreni üstün bir Yaratıcı olan Allah yaratmıştır ve her canlı Yaratıcımız
olan Allah'ın ilhamı ile hareket eder.
Allah,
her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi
iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir.
Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. (Nur
Suresi, 45)
Canlılardaki
fedakarlığın "milyonlarca yıllık bir evrim sürecinde gelişmiş" olması
asla düşünülemez. Bir bilince ve şuura sahip olmayan hayvanların sergiledikleri
akılcı davranışlar, ne onların geliştirdikleri bir stratejidir ne de tesadüfen
ortaya çıkan bir çözümdür. Doğada "yaşam mücadelesi" verdiği ve doğal
seleksiyonun ürünü olduğu iddia edilen bir hayvandan akılcı ve fedakarca davranışlar
beklemek mümkün değildir. Canlının fedakarca davranması, Darwinizm'in en temel
varsayımlarından biri olan "her canlı kendi yaşamı için bencil bir
mücadele sürdürür" tezini çürütmektedir.
Bu
canlıların tüm özelliklerinin tek açıklaması, yaratılıştır. Tüm hayvan
türlerinde gözlemlediğimiz dayanışma ve akılcı strateji örnekleri, Allah'ın
canlılar üzerindeki hakimiyetini açıkça gözler önüne sermektedir. Bu canlıların
sahip oldukları yetenekler ve sergiledikleri akılcı davranışlar kendilerine
öğretilmektedir. Tüm bunları söz konusu canlılara öğreten ve uygulatan,
herşeyin Yaratıcısı olan, yarattıklarını koruyup kollayan, sonsuz şefkat ve
merhamet sahibi olan Allah'tır.
Yorumlar
Yorum Gönder